Umuda Tohum Ek

7 Nisan 2017 Cuma

KIRIM




                                                       KIRIM


 Tarih boyunca, özellikle Asya’dan gelen çeşitli kavimlerin uğrak yeri olan Kırım yarımadasının en eski sakinlerinin Taurlar olduğu iddia edilir. M.ö. 8. Yüzyılda Kırım’ın bozkır kesimine İskit göçebeleri yerleşti. Daha sonra sırasıyla Kimmerler, sahil boyunca Yunanlar, Sarmatlara bağlı Alan grupları ve Hunlar Kırım’a yerleşmişlerdir. Hun hâkimiyetinin ortadan kalkmasından sonra Kuban, Azak ve Don nehri ağızlarına çeşitli Türk kavimleri yerleşti. VII. yüzyıla doğru Kırım’ın iç bölgeleri Hazar Türkleri’nin idaresi altına girmeye başladı.

             Hazarlar’ın yıkılışının ardından Peçenekler Kırım’a kadar bozkır alanlarda yerleştiler. 1223’teki Kalka zaferiyle Kırım’da Altın Orda hâkimiyeti devri başladı. Bütün Kırım, sahildeki bazı şehirler hariç olmak üzere Altın Orda topraklarına dahil edildi. Muhtemelen bu dönemlerde Kırım’da yaşayanlar arasında İslâmiyet giderek yayıldı. 14. yüzyılda Altın Orda Devleti ile Anadolu arasındaki ticaretten faydalanmak isteyen Venedik ve Cenevizliler, Kırım’da koloni kurma faaliyeti içine girmişlerdir. Bu sebepten sahil kesimlerinde Hıristiyan nüfus varlığını uzun süre korumuştur. Özellikle Fransiskenler( Hıristiyan tarikatı) Kırım’da hayli faaldir.

             Bu Hıristiyan grupları özellikle Tatarlar arasında misyonerlik faaliyetleri yürütmüşler ancak bu girişimler başarısızlıkla sonuçlanmıştır. Altın Orda Devleti’nin yıkılmasından sonra yaşanan iç karışıklıklar Kırım Hanlığının kurulmasına kadar sürmüş, 15. Yüzyılda Osmanlı’nın Kırım’ı himayesi altına almasıyla son bulmuştur. Gerek Kırım Hanlığı gerekse Osmanlıların kontrolündeki kesimde bulunan şehir ve kasabalar zamanla gelişmiş, tarihî eserlerle donatılmış, buralar tipik bir Türk- İslâm merkezi özelliği kazanmıştır. Bu faaliyetlerde giderek Osmanlı tarzı ve tesiri önemli ölçüde hâkim oldu. 1600-1750 yılları arasında Osmanlı Devleti ile Kırım Hanlığı arasındaki siyasî ilişkilerde başlayan değişme, hanlığın daha sıkı bağlarla Osmanlı kontrolüne girmesine yol açtı ve bunda kuzeyden Kırım’a yönelik Kazak ve Rus tehditlerinin büyük rolü oldu. 1783’e kadar Osmanlı himayesinde Kırım hanları tarafından idare edilen yarımada bu tarihte tamamen Ruslar’ın kontrolü altına girmiştir.

            Ruslar Kırım’ı ilhak ettikten sonra burada askeri bir idare kurmuştur. İlk olarak iktisadi ve sosyal yapıyı öğrenmek ve nüfus tespiti yapmak için geçici bir hükümet kurmuş, bundan 1 yıl sonra da tam anlamıyla Rus idaresi tesis edilmiştir. Bu yeni idarede Çarlık devrinin sonuna kadar, Kırım’ın asli unsuru olan Tatar Türkleri ’ne hiçbir şekilde yer verilmemiştir. Ayrıca Kırım’ın Rusya idaresindeki diğer bölgelerden ayrı bir statüye sahip olmasını önlemek ve onu Rus bölgeleri içinde eritmek amacıyla idarî açıdan kendi başına bir eyalet haline bırakmayarak, Rus nüfus çoğunluğunun bulunduğu başka arazilerle birleştirmişlerdir. Kırım’ı tam bir Rus-Slav ülkesi haline getirme amacıyla hareket eden Rusya, burayı güneye yayılmada bir sıçrama tahtası olarak görmekte ve Müslüman Kırım Tatarları’nın varlığını istememekteydi. Öncelikle Kırım’daki uzun yüzyıllara dayanan Türk-İslâm izlerinin sistematik bir şekilde silinmesine girişildi.

               
Birçok yerin adı bilhassa Yunanca kökten isimlerle değiştirildi. Bu uygulamayla bölgenin Rus değilse bile Hıristiyan Ortodoks bir geçmişe sahip olduğu ve Türk- İslam unsurlarının buraya daha sonra gelen işgalciler oldukları izlenimi verilmek istenmiştir. Osmanlı’dan ve daha eski Türk- İslam devirlerinden kalma pek çok tarihi eser tahribata uğramıştır. Bütün bunlardan daha önemli ve büyük problemler ise Kırım Tatarları’na yönelik uygulanan politikalar olmuştur. Köylülerin ellerinden tarım arazileri alınmış, topraklarına Slav ve diğer gayri müslim unsurlar yerleştirilmiştir. Gerek bu nüfus nakli ve ekonomik sıkıntılar gerekse yabancı bir toplumun baskısından kaynaklanan dinî, idarî ve psikolojik sıkıntılar, Kırım Tatarları’nın kitleler halinde ülkelerini terk ederek Osmanlı Devleti’ne göç etmelerine yol açtı. Kırım’ın Rusya tarafından ilhakından başlayarak 150 yıl boyunca kesintisiz devam eden bu göçler özellikle XIX. yüzyılda zirveye ulaştı. XX. yüzyılda Kırım’dan göç eden Kırım Tatarları’nın sayısı Kırım’da kalanların kat kat üzerindeydi. Her Rus-Osmanlı savaşı patlak verdiğinde Osmanlılar’a yardım edecekleri ve Ruslar’ı arkadan vuracakları gerekçesiyle Kırım Tatarları büyük baskılar altına alınmaktaydı. Toprakları ellerinden alınan ve Slav toprak sahiplerinin insafına terkedilen Kırım Tatar köylülerinin durumu dayanılmaz hale gelince 1860’ta büyük bir göç başladı. 200.000’e yakın Kırımlı malını mülkünü bırakarak Osmanlı Devleti’ne göç etmek zorunda kaldı. Bu olaydan sonra Kırım Tatarları Kırım’da nüfus itibariyle azınlık durumuna düştü.

            Kırım Tatarları’nın Kırım’dan ayrılması hemen her seferinde Rus idarecileri tarafından olumlu bir gelişme olarak görüldü ve hatta teşvik edildi. Kırım’dan göç eden Kırım Tatarları’nın tam sayısını tesbit etmek mümkün değilse de 1783-1922 yılları arasında en az 1.800.000 Kırım Tatarı’nın Osmanlı Devleti’nin Rumeli ve Anadolu’daki topraklarına göçtüğü tahmin edilmektedir. Ruslar idareyi tam olarak tesis ettikten sonra ilk olarak, Tatarlar üzerinde büyük tesiri olan din işlerine yöneldiler. Din kurumunu devlete bağlayarak müftüyü devletin onayladığı bir memura dönüştürdüler. Dünyevî her türlü bilgi müfredat dışı tutuldu. Türkçe okuma yazma öğretilmemekte, akaid, hadis, fıkıh, tefsir, kelâm, Arapça sarf ve nahiv gibi dersler de tamamen ezbere dayanarak hanlık devri mektep ve medreselerinden dahi çok geriye gitmiş metotlarla ve ilkel şartlar altında verildi. Benzer sıkıntılar ziraat ve ticaret alanlarında da yaşandı. Tatarlar’ın ekonomisi Rus Kapitalizmi ile baş edecek durumda değildi. Kırım’da Rus hâkimiyetinin tesisinin ilk yüzyılı dolduğunda Kırım Tatarları arasında gerçek anlamda ne bir burjuvazinin ne bir aydınlar tabakasının mevcudiyetinden söz edilebilir. Bütün bu aleyhteki faktörlere rağmen Kırım Tatarları’nı içinde bulundukları olumsuz süreçten çıkaran ve bir millî uyanış dönemini başlatan kişi büyük fikir adamı Gaspıralı İsmâil Bey oldu. Kırım Tatarları ile benzer problemlerler yaşayan Rus idaresindeki bütün Müslüman Türkler’in birleştiği takdirde büyük bir güç teşkil edeceklerine inanıyordu. Bunun yolunun da milli anlayışta bir eğitim sisteminden geçtiğini söylemekteydi. Bu reform çalışması( milli maarif reformu), Rusya İmparatorluğu’nun diğer Müslüman bölgelerinde olduğu gibi Kırım’da da genç bir milli aydınlar zümresinin ortaya çıkmasına vesile oldu. Bundan başka milli şuuru geliştiren diğer bir eğitim kolu ise bizzat Rus hükümeti eli ile açılmış olan Tatar Öğretmen Okulu idi. Bu okul aslında Kırım Tatarları’nı Ruslaştırma gayesiyle faaliyete geçmişti. Ancak burada eğitim alan genç Tatarlar, Rus inkılâpçıları tanıma fırsatı bulmuş ve 1905 Rus inkılâbına aktif bir şekilde katılmışlardır. Bu inkılâp birçok Kırım Tatar gencinin 1908 sonrası İstanbul’a gelerek burada tahsil görmesini mümkün kıldı. Hem Gaspıralı’nın hem de Genç Tatarlar’ın fikirlerinden etkilenen bu Kırımlı öğrenciler Çarlık rejimine karşı derin bir düşmanlık beslemekte ve kendi milli kaderlerine sahip çıkmaları gerektiğine inanıyorlardı. İşte bu inanış hem İstanbul’da hem de Kırım’da siyasi yer altı gruplarının oluşmasına sebep oldu. 1917’de Rusya’da patlak veren Bolşevik İhtilali ise Kırım Tatar milliyetçiliğine alenen faaliyet yürütebilme imkanı verdi. İhtilâlin üzerinden bir ay bile geçmeden 7 Nisan 1917’deİstanbul’da kurulan Vatan Cemiyeti mensuplarının teşebbüsü üzerine Kırım’ın her tarafından 2000 delegenin iştirakiyle Akmescid’de Kırım Müslümanları Vekilleri Kongresi toplandı.

             Pek çok idari birim ( müftülük gibi) Çarlık rejiminin elinden devralındı. Bolşevikler’in iktidarı ele geçirmesi ile yaşanan karışıklıklar, seçimle toplanan Kırım Tatar Milli Parlamentosu’nun çalışmalarını kolaylaştırdı. 26 Aralık 1917’de kurultayda Kırım Tatar Kānûn-ı Esâsîsi kabul edildi. Ve aynı gün Kırım Demokratik Cumhuriyeti ilan edildi. Ancak Kırım Tatar birlikleri ile Sivastopol şehrine hakim Bolşevik bahriyelileri arasındaki çatışmalar bir süre sonra savaşa dönüştü ve 26 Ocak 1918’de başkent Akmescid’in Bolşevik kuvvetlerin eline geçmesi ile Tatar milli hükümeti yıkılarak Bolşevik idaresine girildi. Tavrida Sovyet Cumhuriyeti adını alan Kırım Bolşevik İktidarı, yarımadanın gerek Kırım Tatar gerekse Rus ahalisi için tam bir terör dönemi başlattı. Binlerce insan katledildi. Bolşeviklerin ellerinden kurtulabilenler yeraltlarına çekilmek zorunda kaldı. Ukrayna’nın Bolşeviklerden temizlenmesi amacıyla Alman ordularının başlattığı harekatın Kırım’a uzatılması neticesinde Kırım Tatar Milli Kurultayı 8 Mayıs 1918’de yeniden toplanabilme imkanı buldu. Ancak hükümetin milli bir kimlikle kurulması Almanlar tarafından engellendi ve fiilen Alman askeri idaresinin himayesinde karma bir Kırım hükümeti kuruldu. Ancak Almanların savaşta yenilmesi bu hükümetin istifasını da geciktirmedi. Hükümetin çöküşünün ardından Kırım’da idare fiilen, Bolşevikler’den kaçarak Kırım’da toplanmış olan liberal Rus ve yahudi politikacıların eline geçti. General Denikin’in ve Mart 1920’de onun yerini alan General Pyotr Wrangel’in idaresinde Kırım’da tesis edilen Beyazlar’ın diktatörlüğü Kırım Tatarları’na büyük baskılar getirdi. Tamamen yer altına çekilmiş olan Millî Fırka ise Beyazlar’la mücadeleye girişmişti. 12 Kasım 1920’de Bolşevik ordusu General Wrangel kuvvetlerinin Orkapı’daki son direnişini de kırarak Kırım’a girdi ve birkaç gün içinde yarımadanın tamamına kesin olarak hâkim oldu. Bolşevik hâkimiyetiyle birlikte Kırım’da aleytarlara karşı şiddetli bir tenkil hareketine girişildi. Pek çok Kırım Tatarı bu kızıl terörün kurbanı oldu. Ancak Kırım Tatar direnişi Sovyet iktidarını Kırım Tatarları’na birtakım tâvizler vermeye mecbur etti. 18 Ekim 1921’de Kırım Muhtar Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti kuruldu, direnişçilere af çıkarıldı, birçok Millî Fırka mensubunun yeni rejim içinde görev almalarına göz yumuldu.

              Kırım Muhtar Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti’nin (MSSC) kuruluşundan hemen sonra Kırım’da büyük bir açlık felâketi kendini gösterdi. Bir yıl içinde Kırım’da en az 100.000 kişi açlıktan hayatını kaybederken bunların yaklaşık % 60’ı Kırım Tatarı idi. 1936-1938 yıllarında bütün Sovyetler Birliği çapında yürütülen ve rejimin potansiyel muhaliflerinin ortadan kaldırılmasını hedefleyen “büyük terör” döneminin Kırım’daki tahribatı ise çok daha büyük oldu. 1930’lu yılların sonuna kadar Kırım Tatar millî aydın sınıfının ve din adamlarının hemen tamamı doğrudan doğruya kurşuna dizilmek veya sürüldükleri çalışma kamplarında hayatlarını kaybetmek suretiyle ortadan kaldırıldı. Bu dönemde hapse atılan veya çalışma kamplarına sürülenlerin sayısını tesbit etmek mümkün olmamakla birlikte çeşitli kaynaklarda, Kırım’daki Sovyet hâkimiyetinin ilk yirmi yılında yaklaşık 150.000 civarında insanın yok edildiği belirtilmektedir. Terör rejimi Kırım Tatar kültürüne de çok büyük darbe vurdu. 1926- 1928 yılları içinde Arap alfabesinden bir tür Latin alfabesine geçildi. 1938’de ise Kiril alfabesi mecbur kılındı. Ayrıca müze ve kütüphanelerdeki millî kültür mirasının pek çok eseri de ortadan kaldırıldı. Tarihî cami ve medreseler ya tamamen yerle bir edildi ya da minareleri yıktırılarak binalar başka amaçlarla kullanıldı. Resmen açık gözüken birkaç camiye ise gidebilmek fiilen mümkün değildi. Namaz, oruç, sünnet ve dinî nikâh gibi ibadet ve dinî âdetler ise kesinlikle yasaklanmıştı. Ancak büyük gizlilik altında yerine getirilebilmekteydi. II. Dünya Savaşı’nın patlak vermesi üzerine on binlerce Kırım Tatarı askere alınarak Kızıl Ordu saflarında cepheye sürüldü. Almanların bölgeye kısa süreli hâkimiyetleri ise Rus idaresini aratır türdendi. Ruslara yardım ettikleri iddiasıyla Almanlar’dan ve bölgenin tekrar Rus idaresine geçmesiyle Almanlar’a yardım ettikleri iddiasıyla Ruslar’dan çeşitli işkenceler gören ve toplu kurşuna dizilen yine Kırım Tatar Türkleri olmuştur. Kırım Tatarları için asıl büyük felâket, Stalin tarafından 11 Mayıs 1944’te imzalanan ve Kırım Tatarları’nın son ferdine kadar Kırım’dan sürülmesini emreden karardan sonra başladı. 17 Mayıs’ı 18 Mayıs’a bağlayan gece Kızıl Ordu askerleri tarafından yataklarından kaldırılan Kırım Tatarları, hazırlanmaları için yalnızca 15-20 dakika zaman ve ancak ellerinde taşıyabilecekleri kadar eşya almalarına izin verilerek hayvan vagonlarına yüklendi. Günlerce yiyecek ve su verilmeyen, cesetlerin dışarı çıkarılmasına müsaade edilmeyen ve hiçbir tıbbî yardımın söz konusu olmadığı bu ölüm yolculuğu sırasında açlık, susuzluk, hastalık, bitkinlik ve havasızlıktan binlerce insan hayatını kaybetti.

            Kızıl Ordu saflarında cephede bulunan Kırım Tatar askerleri ise her şeyden habersiz savaşmaya devam ediyordu. Savaş biter bitmez Sovyetler Birliği kahramanı madalyasını alanlar dahil hepsi sürgün yerlerine gönderildi. Sürgün yerlerinde asgari yaşama ve barınma imkânları mevcut değildi. Ağır çalışma şartlarında ve her türlü temel ihtiyaçtan mahrum olarak bir çeşit toplama kampı rejimi içinde yaşamaları gerekiyordu. Sürgün yolculuğu esnasında ve bunu takip eden ilk birkaç yıl içinde sefalet şartları altında hayatını kaybeden Kırım Tatarları’nın sayısının 100.000 kişiden az olmadığı ve 18 Mayıs 1944’te sürülenlerin yarısına yakınının hayatını kaybettiği genel olarak kabul edilmektedir. Resmî Sovyet literatüründe sürgüne gerekçe olarak Kırım Tatarları’nın II. Dünya Savaşı esnasında kitle halinde Alman ordularıyla iş birliği yapmış oldukları ve bu yüzden cezalandırıldıkları ileri sürülür. Halbuki Kızıl Ordu mensubu veya partizan olarak Sovyet saflarında savaşan Kırım Tatarları’nın sayısı Almanlar’la birlikte hareket eden Kırım Tatarları’ndan çok daha fazlaydı. Aslında gerçek neden Kırım gibi doğal zenginliklere sahip bir bölgenin savaş karışıklığından faydalanılarak Slav ülkesi haline getirilmesiydi. Bu sebepten boşaltılan bölgenin tamamı yakılıp yıkıldı. Geriye hiçbir eser kalmayıncaya kadar tahrip edildi. Türkçe yerleşim adları Rusça adlarla değiştirildi. 1980’lerin sonlarına kadar ‘Kırım Tatar’ sözcüğünün kullanımı bile yasaklandı.

             Kırım Tatarları’ndan boşalan yerlere 1944 yazından itibaren Sovyetler Birliği’nin diğer bölgelerinden getirilen Rus ve Ukraynalı nüfus iskân edildi. 1960’lar da yine bir milli uyanış Kırım Tatarları arasında peyda oldu. Milli hareket çerçevesinde pek çok dilekçe ve heyet Moskova’ya gönderildi. Rus hükümetinin bu harekete karşı sert uygulamalara gitmesi hareketin aksine daha da büyüyerek bu sefer sadece Moskova’ya değil çeşitli dış ülkelere de seslerini duyurma girişiminde bulunmalarına vesile oldu. Hareketin dış çevrelere yayılması sebebiyle Rus hükümeti 1967’de bir kararname yayınlamak zorunda kaldı. Sözde Kırım Tatarları Rus idaresindeki heryere gitme hakkına sahiptiler ve her Rus vatandaşıyla aynı statüye sahiptiler. Ancak durumun iç yüzü böyle değildi. Kararnameden sonra Kırım’a dönmek isteyen Tatar Türkleri bölgeye alınmadı. Zorla bölgeden dışarı atıldılar. Bu durum karşısında Milli hareket protestolarını arttırdı. Dış devletlere yapılan çağrılarda doğru orantılı olarak artınca Rus hükümeti geri dönüşü imkansız hale getirmek için bu tarihten itibaren bölgeye Rus slavların yerleştirilmesine hız verdi. Kırım Tatar millî hareketinin mücadelesi ve Sovyet rejiminin tepkisi değişmeksizin 1980’lerin ortalarına kadar bu şekilde devam etti. Bu tarihe kadar Kırım’a yerleşmesine izin verilen Kırım Tatarları’nın sayısı ancak 10.000 civarında kaldı. Mihail Gorbaçov’un iktidara gelmesiyle ortaya çıkan değişim rüzgârlarının gerçek mânada ilk tecrübesini yapan yine Kırım Tatarları oldu. Moskova’daki Kızılmeydan’ı 23-27 Temmuz 1987 tarihlerinde dört gün-dört gece işgal eden 1000’i aşkın Kırım Tatarı bir anda bütün dünyanın ilgisini çekti. Ancak taleplerini incelemek üzere Rus meclisinde oluşturulan komisyonun kararlarının da önceki uygulamalardan farksız olması büyük hayal kırıklığına sebep oldu.

            Bu durum karşısında millî hareket, halkı ne olursa olsun Kırım’a dönüşe teşvik etti. Böylece 1988’den itibaren Kırım Tatarları büyük dalgalar halinde Kırım’a gitmeye başladılar. Dönenler yine mahallî idarenin engelleriyle karşılaşmalarına rağmen kesinlikle Kırım’dan çıkmadılar. 1989 Nisan ayına kadar Kırım’a dönen Kırım Tatarları’nın sayısı 40.000’e ulaştı. 1989-1991 arasında Kırım Tatarları’nın Kırım’a dönüş hareketi önceki yıllarla kıyaslanmayacak ölçüde arttı. Bu geri dönüş bölgedeki Rus çoğunluğu endişelendirdi ve durumlarını garanti altına alabilmek için Kırım Muhtar Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti’nin yeniden kurulması fikri milliyetçi ve komünist Rus çevrelerince benimsendi. Bu durum tatarlar tarafından şiddetle reddedildiyse de 12 Şubat 1991 tarihli kararıyla Kırım oblastı Ukrayna’ya bağlı Kırım Muhtar Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti’ne dönüştürüldü. Bütün güçlüklere rağmen Kırım’a dönen Kırım Tatarları bir taraftan evlerini inşa ederken bir taraftan da millî, dinî ve kültürel müesseselerini kurmaya başladılar. En önemlisi, yeni bir idarî yapı altına giren yarımadada Kırım Tatarları’nın hukukunu korumak için Kırım Tatar Millî Parlamentosu olan kurultay teşkil edildi. Ağustos 1991 darbesinden sonra Sovyetler Birliği’nin dağılmaya başlaması ve nihayet 1991 sonunda tamamen ortadan kalkması ile Kırım artık bağımsız bir devlet olan Ukrayna’ya bağlı bir muhtar cumhuriyet haline geldi. Bütün güçlüklere rağmen Kırım Tatar yerleşim yerlerinde camiler, okullar, millî kültür ve sanat teşekkülleri kurulmaya başlandı. Kırım Tatar Millî Kurultayı’nın 1993’te toplanan ikinci birleşiminde Kırım Tatar dili için Türkiye’de kullanılan Latin alfabesine geçilmesi kararı kabul edildi. Bu arada Kırım Müslümanları Dinî İdaresi de kuruldu. Rus milliyetçileri Kırım Tatarları’nı Kırım idaresinin dışında tutmaya çalıştılarsa da Kırım Tatarları’nın şiddetli tepkileri sonucunda geri adım atmak zorunda kaldılar.

               Kırım Cumhuriyeti Parlamentosu olan Yüksek Sovyet, 14 Ekim 1993’te seçim kanununda değişiklik yaparak doksan sekiz üyeli Yüksek Sovyet’te Kırım Tatarları’na on dört kişilik bir kontenjan ayırmayı kabul etti. Ancak bu durum uzun sürmeyerek 1998 seçimlerinde Kırım Tatarları’na evvelce tanınmış olan bu on dört sandalyelik kontenjan da kaldırıldı. 1990’lar boyunca alınan bazı mesafelere rağmen Kırım Tatarları’nın vatana dönüş ve orada millî varlıklarını tekrar kurma çabaları büyük zorluklar ve imkânsızlıklar içerisinde yürütülebilmektedir. 2002 yılı itibariyle Kırım Tatarları büyük ekonomik ve sosyal problemlerinin yanı sıra millî dilde eğitim, basın yayın ve kültür sahalarında çok ciddi noksanlıklarla karşı karşıya olup Kırım’a dönebilen Kırım Tatarları’nın sayısı 300.000 civarındadır. 16 Mart 2014 tarihinde yapılan referandumda Kırım halkına iki soru soruldu. Sorular, "Rusya'ya bağlanmaya razı mısınız?" ve "1992 yılı Kırım Anayasası'nın yeniden yürürlüğe girmesi ve Kırım'ın Ukrayna'nın bir parçası olmasına razı mısınız?" idi. Referandum yapılmasının hukuk dışılığından, tarihin öne alınmasına kadar çok tartışmalı olan ve dünyanın tamamına yakını tarafından hâlen tanınmayan bu referandumun sonucuna göre Kırım Özerk Cumhuriyeti ezici bir çoğunluğun oyuyla Rusya Federasyonu'na bağlanmayı kabul etti. Görüldüğü gibi Kırım, bugün bile kendi halkı tarafından yönetilememekte ve mevcut durumu dahi dünya nezdinde tanınmamaktadır

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder