Umuda Tohum Ek

7 Nisan 2017 Cuma




                                                        AFGANİSTAN 



                   18. yüzyılın ilk yarısından itibaren Afgan kavminin idari bakımdan ağırlık kazanmasıyla siyasi birlik haline geldi. Kuzeyinde Türkmenistan, Özbekistan ve Tacikistan Cumhuriyetleri, doğusunda Türkmenistan’ın küçük bir kısmı ve Pakistan, batısında İran bulunmakta, güneyini tamamen Pakistan sınırlandırmaktadır. İran yaylasının kuzeydoğuya doğru bir devamı durumunda olan Afganistan, ortada yüksek dağlık alan, bunun kuzeyindeki ovalık alan, dağlık kütlenin güneybatısında bulunan plato görünümündeki alan olmak üzere üç farklı bölgeden oluşur. 

            Afganistan’ın nüfusunu meydana getiren ahaliyi Afganlar, Türkler ve Tacikler oluşturur. En kalabalık ve hâkim grubu teşkil edenler Afganlar’dır. Güney kısımlarda Hintli ve Ârî topluluklara da rastlanmaktadır. Bir İslam ülkesi olan Afganistan’ın %99’u Müslüman olup ekseriyeti Hanefi mezhebine mensuptur. Ülkede az sayıda Hindu, Sih ve Yahudi de yaşamaktadır. Afganistan ekonomisinin en önemli kaynaklarını tarım, hayvancılık, ticaret, endüstri ve madencilik teşkil etmektedir. 

        Bütün geri kalmışlığına rağmen İslam ülkeleri içinde planlı kalkınma gösteren ilk ülkelerden biridir. 1956-1961 arasında ilk beş yıllık kalkınma planının uygulanmasına başlanmış ve bunu takip eden yıllarda yeni beş yıllık planlara devam edilmiştir. Afganistan’ın yer altı zenginlikleri yönünden büyük bir potansiyele sahip olduğu bilinmektedir. Ancak özellikle nakil güçlüklerinden dolayı madenler yeterince işletilememektedir. Asya kıtasının istila yollarından birinin üzerinde bulunan Afganistan, eski çağlardan beri çeşitli orduların gelip geçtiği bir yer olmuştur. Bu stratejik konumdan ilk faydalananlar da eski İranlılar’dır. Ülke iki yüzyıla yakın İran hâkimiyetinde kalmıştır.

                 Daha sonra İranlılar’ı yenen Büyük İskender, Afganistan’ı işgal etmiştir. Sırasıyla Selevkid Krallığı, Baktriana Devleti, Sakalar, Kuşanlar ve Ak hunlar tarafından ele geçirilmiştir. İslamiyet’in Afganistan’a ulaşması Halife Hz. Osman veya Muaviye devrinde, Basra valisinin Abdurrahman B. Semüre’yi bölgeye göndermesiyle başladı. Bundan sonra Afganistan’da herhangi büyük bir kuvvetin hâkimiyet kuramadığı, halkın ‘şah’ unvanı verilen kabile reisleri tarafından idare edildiği görülmektedir. Bu durum İran’da kurulan Sâmâni Devleti’nin 9. Yüzyılın ikinci yarısında Afganistan’ın büyük bir kısmını işgal etmesine kadar sürdü. 10. Yüzyılda bu devletin zayıflamasıyla ordu içinde çoğunluğu oluşturan Türkler, Gazne şehri merkez olmak üzere Gazneli Devleti’ni kurdular ve bilhassa Gazneli Mahmed zamanında Müslüman Türk unsur Afganistan’a iyice yerleşti. Daha sonra Selçuklu hâkimiyeti 12. Yüzyıla kadar devam etmiş, sırasıyla Harizmşahlar ve Babürler’in eline geçmiştir. Ancak ülkede kabileler arasında baş gösteren huzursuzlukar tam anlamıyla bir istikrardan bahsetmeye engel teşkil eder. Nitekim 1709’da Vaiz Han’ın Kandehar’daki İran valisi Gurgan Han’a karşı giriştiği ayaklanma, Afganistan’da milli bir devletin uyanışının başlangıcı olmuştur. Ancak bu hareketin başarısı uzun sürmemiş, 1738 yılında Nadir Şah Kandehar ve Herat’ı tekrar ele geçirerek bütün Afganistan’ı yönetimi altına almıştır.

          Afgan kabilelerine dayanarak ilk milli Afgan Devleti’ni kuran Ahmed Şah Dürrani olmuştur. 1747’de Nadir Şah’ın öldürülmesinden sonra İran’ın içine düştüğü karışıklıktan faydalanarak Kandehar’ı ele geçirdi ve orada Abdali reisleri tarafından hükümdar ilan edildi. Kabil ve çevresini de devletine kattıktan sonra sırasıyla Galyazlar’ı, Özbekler’i, Tacikler’i ve diğer kabileleri idaresi altına alarak Afganistan’ın yegane hakimi oldu. Ancak kendisinden sonra iç karışıklıklar hiç son bulmamış ve 1839’da İran saldırısından çekinen İngilizler, Sihler’le ittifak yaparak Afganistan’ı işgal etmiştir. Her ne kadar üç yıl içerisinde Afganistan’dan çıkarılsalar da bu işgal ile dağılan birliğin yeniden sağlanması yıllar almıştır. 1878 sonlarında, Rusların Afganistan’a yaklaşma politikaları izlemeleri üzerine İngilizler ülkeyi ikinci defa işgal etmiştir. İşgalin 1880’de sona ermesiyle Abdurrahman Han Afgan tahtına geçti.

         Onun zamanında İngilizlerin bugünkü Güney Afganistan sınırını tespit etmeleri ve Hayber Geçidi’nin Hindistan sınırları (şimdiki Pakistan) içinde bırakılması, pek çok Afganlının anavatan dışında kalmasına yol açtı. İngiliz tekliflerini reddetmesi halinde ülkenin yeniden işgal edilmesinden korkan Abdurrahman Han, 12 Kasım 1893’te, “Durand Hattı” olarak bilinen antlaşmayı imzalamak mecburiyetinde kaldı ve bu parçalanma daha sonraları Afganistan’ın felâketine yol açan gelişmelerin başlangıcı oldu. 1919 yılında tahta geçen Emanullah Han zamanında dışa dönük bir siyaset uygulanmaya çalışılmış, hem İngilizler ile hem de Ruslarla anlaşmalar imzalanmış ve Türkiye Büyük Millet Meclis’i ile de irtibata geçilerek Türkiye’den uzman öğretmen ve subah gönderilmesi için anlaşılmıştır. Ancak bu sosyal reform girişimleri halk arasında tepki ile karşılandığından Emanullah tahtından indirilerek yerine İslami geleneğe daha bağlı olan Nadir Han geçmiştir. Nadir Han zamanında 31 Ekim 1931 tarihinde yürürlüğe giren anayasa, küçük ilavelerle 1964 yılına kadar geçerliliğini korudu. Eğitim ve öğretime önem veren Nadir Şah Afgan ordusunu da yenilenen ve modern bir şekilde teşkilatlandırdı. Subay yetiştirmek için askeri okullar ve akademiler açtı.

            1937’de Türkiye, İran ve Irak ile birlikte Sâdâbâd Paktı’na giren Afganistan, II. Dünya Savaşı’nda da bu tutumunu devam ettirdi. İngilizler’in Hindistan’dan çekilmesi üzerine, 1947’de Pakistan ve Hindistan adı altında iki ayrı devlet kuruldu; ancak daha önce Durand Hattı ile Hindistan’a bırakılmış olan Afganlar’la meskûn yerleri Afganistan’ın istemesi Pakistan ile ihtilâfa yol açtı. İngiltere’nin yeni silâhlar vererek Pakistan ordusunu modernize etme çabaları Afganistan’ı Sovyetler Birliği’ne yaklaşmaya sevk etti. İki ülke arasında başlayan siyasî dostluk 1954-1961 arasında karşılıklı ziyaretlerle ve imzalanan ekonomik, kültürel anlaşmalarla takviye edildi. Zâhir Şah tahta çıktığında ülkede gittikçe artmakta olan Sovyet nüfuzunu önlemek için Dâvud Han’ı başbakanlıktan azledince, bu durum birtakım yeni gelişmelere yol açtı. Sovyetler, Dâvud Han’ı destekleyerek 1973’te Zâhir Şah’ı kansız bir darbe ile devirmeyi başardılar ve arkasından, kendi ülkelerindeki okullarda yetişmiş olan sivil ve askerî personeli devletin önemli idarî kadrolarına yerleştirmeye ve Afganistan’ı hızla kontrolleri altına almaya başladılar. Bu durum karşısında Dâvud Han, ülkesinin Sovyet hâkimiyetine girmekte olduğunu anladı ve tedbir olarak, Muhammed Nur Terekî ile Babrak Karmal başta olmak üzere, önemli Marksist liderleri tutuklattı. Fakat geç alınan bu tedbir fayda yerine zarar getirdi ve Afgan ordusundaki Marksist subaylar, diğer subayları etkisiz bıraktıktan sonra kumandaları altındaki birliklerle başkanlık sarayını ele geçirerek bütün aile fertleriyle birlikte Dâvud Han’ı öldürdüler ve Muhammed Nur Terekî’yi devlet başkanı yaptılar. Aynı zamanda başbakanlık vazifesini de üzerine alan Terekî’nin ilk işi, Nisan 1978’de üyelerinin çoğunluğunu Sovyet taraftarlarının teşkil ettiği yeni Afgan hükümetini ilân etmek oldu. Terekî’nin Afganistan’da kurmak istediği Sovyet taraftarı iktidar ülkede büyük tepkilere yol açtı ve halkın silâhlanıp direnişe geçmesine sebep oldu. Terekî’nin sert tutumuna, Hafîzullah Emin ve taraftarları başta olmak üzere bazı çalışma arkadaşları karşı çıktılar ve Eylül 1979 başlarında Terekî’yi devirmeyi başardılar; böylece Hafîzullah Emin Sovyetler’in arzusu hilâfına, Afganistan’daki Marksist rejimin başına geçmiş oldu. Bunun üzerine Sovyetler, doğrudan askerî müdahalede bulunarak Hafîzullah Emin’i öldürdüler ve yerine Babrak Karmal’ı geçirdiler. Bu müdahaleye karşı halkın mukavemete başlaması üzerine Karmal ve iktidarını korumak amacıyla ordu göndererek ülkeyi milletlerarası hukuka aykırı şekilde işgal ettiler. Ancak bu işgal üzerine halkın direnişi, Sovyetler’le birleşen hükümet kuvvetlerine karşı bir iç savaşa dönüştü.

             Afganistan’ın Sovyetler Birliği tarafından işgal edilmesi milletlerarası camiada büyük yankı uyandırdı. Sovyet yöneticilerin Afganistan hükümetinin daveti üzerine yardım için bu ülkeye girdiklerini açıklamalarını kimse ciddiye almadı ve işgalden dolayı Sovyetler Birliği çok sert eleştirilere muhatap oldu. İşgalle birlikte Babrak Karmal tarafından kurulan komünist yönetim içte ve dışta büyük problemlerle karşı karşıya geldi. 

          Gelir düşüklüğü, fakirlik, adaletsiz gelir dağılımı gibi sosyo-ekonomik problemlerin yanı sıra en önemli problem, yönetime karşı ayaklanarak silâha sarılan müslümanları etkisiz hale getirmekti. Karmal yönetimi mücahidlerle mücadelede başarılı olamadı. İşgalden hemen sonra Karmal ülkede güçlendiyse de Afganistan Demokratik Halk Partisi’nin Halk ve Perçem kanatları arasındaki iktidar mücadelesine ve mücahidlerle olan çatışmalara son veremedi. Hükümet ülkenin şehir merkezlerine hâkim olurken kırsal alanlar mücahidlerin hâkimiyetinde kaldı. Ordunun ve güvenlik güçlerinin büyük kısmı mücahidlerin saflarına geçince ülkede kamu düzenini sağlama işi Sovyet askerlerine kaldı. Afganistan’da komünist yönetime karşı savaşma imkânı bulamayan mücahidler ülkeyi terkedip mücadeleyi yurt dışından yönlendirdiler. 

            Çoğu Pakistan ve İran’a göç eden milyonlarca Afganlı çok zor şartlarda hayatlarını sürdürmeye çalışırlarken Afgan yönetimine ve işgal güçlerine karşı yürütülen silâhlı mücadeleye de katıldılar. İslâm dünyasından ve bazı Batı ülkelerinden yardım gören mücahidler yönetime âdeta nefes aldırmadılar; yolları, askerî birlikleri, stratejik noktaları havaya uçurdular. Mücahidlerle mücadelede başarısız kalan yönetim, milletlerarası camiada da sık sık eleştirildi. İslâm Konferansı Teşkilâtı İslâmâbâd’daki olağan üstü toplantısında (1980) Sovyetler’in Afganistan’dan çekilmesini istedi ve Sovyetler Birliği’ni açıkça işgalci olarak ilân etti. Bu toplantıda Karmal yönetiminin tanınmaması ve Afganistan’ın İslâm Konferansı Teşkilâtı üyeliğinin askıya alınması da kararlaştırıldı. 1984 yılında ise Birleşmiş Milletler Genel Kurulu Afganistan’dan yabancı askerlerin çekilmesi kararı aldı (2 Ocak), fakat Sovyetler Birliği bu kararın uygulamasına yanaşmadı. Sovyetler Birliği’nin yeni lideri Mihail Gorbaçov, iktidara geldikten sonra Afganistan’ın kanayan bir yara olduğunu söyleyerek buradaki yenilgilerini kabul etmek zorunda kaldı. 

        Hizb-i İslâmî adı altında birleşen mücahidlere karşı Sovyet ve Afgan hükümet kuvvetlerinin başarı kazanamamaları üzerine, 1986’da Sovyetler hükümete yine müdahale ederek Babrak Karmal’ı görevden uzaklaştırdılar ve yerine Muhammed Necîbullah’ı geçirdiler. Temmuz 1987’de devletin adı Afganistan Cumhuriyeti olarak değiştirildi. Muhammed Necîbullah 1988 başlarında yönetimde bazı değişiklikler yaparak başbakanlığa ılımlı olarak bilinen Hasan Şark’ı getirdi. Öte yandan, Sovyet birliklerinin geri çekilmesine ve işgalden sonra ülkelerini terkedip Pakistan ve İran’a göç etmek zorunda kalan milyonlarca göçmenin ortaya çıkardığı Afganistan meselesine barışçı bir çözüm getirmek için, Birleşmiş Milletler genel sekreterinin özel temsilcisi Diego Cordovez tarafından Afganistan ve Pakistan arasında sürdürülen dolaylı görüşmeler olumlu şekilde sonuçlandı ve 14 Nisan 1988’de Cenevre Antlaşması imzalandı. Amerika Birleşik Devletleri ve Sovyetler Birliği’nin garantör olarak imza koydukları bu antlaşmaya göre, Sovyet birliklerinin Afganistan’dan çekilmeleri 1989 yılının ilk aylarında tamamlandı ve ülke, yurt dışında bulunan Afganlı göçmen ve mücahidlerin dönmelerinden sonra yeni bir siyasî yapıya kavuşmuş olacaktı. 11 Eylül 2001 tarihinde gerçekleşen saldırıların, Afganistan’da faaliyet gösteren el-kaide örgütü tarafından gerçekleştirildiğini söyleyen Amerika Birleşik Devletleri, ekim ayında Afganistan’a girdi. Hedef Usame Bin Ladin’in yakalanmasıydı. 2002'de Amerikan ve İngiliz askerleri Kuzey İttifakı ile savaşa katıldı.

         Afganistan'daki savaş, Taliban'ı başarıyla yönetimden almıştır fakat El-Kaide'nin bir daha asla Afganistan yönetimini ele geçiremeyeceğini garantiye almak adına siyasi bir başarı kazandığını tam anlamıyla söylemek doğru olmaz. Amerikan personelinin Afganistan'da, Irak'ta ve Guantanamo Kampı'nda görevi kötüye kullanma ve tutukluların öldürüldüğüne dair suçlardan 330 adet görüşülen dava bulunmaktadır. Bagram işkence ve tutukluya hakaret davasında, iki tutuklu parmaklıklara zincirlenmiş ve ölenedek dövülmüşlerdir. Afganistan son yirmi yıldır yaygın bir biçimde insan hakları ihlalleriyle yüzyüze kalmaktadır. Afganistan'da Sovyet İşgali, toplu ölümlere, işgencelere ve gelişigüzel bırakılan mayınlara neden olmuştur. Sonraki sivil savaş, güç için çatışan ayrılıkçı orduların yaygın suistimaline sahne olmuştur.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder